a.ş.k

Aşk sana uğradı mı hiç? Ya da kapını vurmadan dan diye girdi mi ruhundan içeri? Afallatıp da dümdüz etti mi hiç seni dalgalı bir denizin ortasında kalır gibi? Çünkü eğer bir kez tattıysan bilirsin ne menem bir meret olduğunu aşkın. Nasıl sarıp sarmaladığını, nasıl sarsıp savurduğunu.

Aşk herkese değişik oynar da sonunda aynı tadı bırakır dudaklarda. Aşk herkeste aynı kalmaz da sonunda aynı acıyı bırakır ruhlarda… Çünkü aşkın matematiği olmaz. Aşk dediğin şey öyle analitik kurallara, mantık yürütmelere bakmaz. Formülü yoktur aşkın, asinin tekidir öyle formüllerle kısıtlanamaz. Bir önceki, bir sonraki, hatta şimdiki hepsi birbirinden farklıdır aşkta, aynı olmaz. Aşk gelecek dersin gelmez, aşk gelir de biter dersin bitmez, aşktan ümidini kesip gelen de gider dersin kalır hatta aşk artık beni bulmaz dersin, gelir seni vurur! Aşk firari bir serseridir anlayacağın, ipe sapa gelmez, kalıplara sığmaz, kural tanımaz, vurdumduymaz.

Yeri yurdu yoktur aşkın. Seni nerede bulacağı, geldimi ne kadar kalacağı belli olmaz. Beklentilerini hep boşa çıkarır da beklemediğin anlar için pusu kurup seni tuzağa düşürür. Aşk için; ha bugün dersin, ha yarın dersin ellerin boş beklersin de ne zaman kafanı öne eğip ümidi kesersin o zaman saplanır kalbine. Serserinin tekidir aşk gelişi gidişi anlaşılmaz. Üstelik belli bir tarifi bile yoktur aşkın; sadece sevgiden doğmaz. Acısı da vardır aşkın, hoyratı da, fırtınalısı da vardır, bilinmezi de, tutkulusu da vardır, utanmazı da… Bir aşk binlerce duygu doğurur, binlerce duygu iki ruhun içinde bir olur. İşte o yüzden aşk bedene geldi mi insanı sarsar, mantığından eder de ruhunu kavurur…

Aşk gelir, aşk gider, aşk eser, aşk geçer, aşk susatır, aşk kavurur, aşk yakar, aşk tutuşturur… Aşka düşenin, aşkla uğraşanın işi zordur. Aşk sarsar, aşk korkutur, aşk yorar, aşk insanın içine dokunur. Aşk bir anda insanın kalbinde binlerce duygu doğurur. İşte o yüzden aşıksan eğer dibine kadar yaşa içindekileri; her nefes alışında içine işleye işleye, kana kana. Çünkü aşk kolay bulunmaz, gitmek isterse elde tutulmaz. Ve eğer aşkı arıyorsan hala unutma aşkın ne zaman geleceği belli olmaz. Ne yor kafanı aşk için ne de her yerde aşkı sor düşürmeden içine bir kor. Otur ve sakince bekle, beklediğini bile unutarak… Çünkü aşk sürprizleri sever. Bayılır ansızın ortaya çıkmaya, çıkıp da bünyeleri sarsmaya.

İşte o yüzden kadehimi kaldırıyorum; AŞK’A. Şimdi bir dilek tut içinden kapa gözlerini; Aşk dolu bir yaz, bir sonbahar, bir kış hatta bir ilkbahar’ın olsun… Hatta bir ömrün aşkla dolsun!

Yorum bırakın

Filed under Genel

SEV

Şimdiye kadar kimleri sevdin? Kimlere değer verdin? Kimlerin peşinden gidip, neleri kazanıp, neleri kaybettin? Çok mutlu olduğun anlar olmadı mı severken ya da çok mutsuz olduğun? Sevdiğine değenini bulduğun olmadı mı hiç ya da sevdiğine pişman edenini?

Her kimi sevdiysen, her kime değer verdiysen ve her ne yaşadıysan hepsini bir yana koy şimdi. Bırak gitsin. Bundan sonrasında ne yap biliyor musun?

Seni, senin kendini sevdiğin kadar sevebilecek birini sev.

Sana karmaşanın arasında sakinliği getirebilecek, sakinliğine hareket katabilecek birini sev.

İçindeki seni görebilen birini sev. Bakımlı seni, mesafeli seni, nazlı seni, kasıntı seni ya da dışarıdan gözüken her ne sen varsa hiçbirini değil, yalnızca sen olan seni seven birini sev.

Oyunlar oynamamış birini değil, yeterince oyun oynamış, oynayıp da hepsinden bıkmış, yalansızlığa dolansızlığa susamış birini sev.

Sevilmeyi hak edeni, senin sevgine değenini sev.

Seni aklıyla seveni değil, kalbiyle sevip aklını yitirenini sev.

Sevginle şımarıp yok olanını değil, şımardığı kadar seni şımartanını sev.

Kendi gibi olanı sev, kendi gibi davrananı, kendiyle çoktan barışmış olanı.

Kalbinde merhamet olanı sev ve biraz delilik. Merhametli bir deliyi sev.

Düşüneni sev, düşüncesizi değil.

Ve ruhuna dokunabilenini sev yalnızca tenine değil.

. . .

Seveceksen öyle birini sev işte.

Bundan sonra seveceksen anca öyle birini sev!

Yorum bırakın

Filed under Genel

Oyun Başlasın!

Evet beyler haklısınız, uslu, sessiz, aklı başında tabiri caizse evlenilecek kız kalmadı, peki niye kalmadı biliyor musunuz? Çünkü siz her ela gözlü çöl ahusunu elde edilecek kız olarak gördünüz hatta kahve, yeşil, mavi gözlüleri de! Ve her birinin ruhunda sinir bozucu, isyan ettirici izler bıraktınız. Önce korunaklı cam fanuslarını yıktınız sonra da dünyanın en saf, en temiz, en iyi kalpli kızı arayışına girdiniz. Ne iyi ettiniz!

Biz baktık ki, kendimiz gibi olmak gereğinden fazla hasar bırakabiliyor, düşündük taşındık sizi taklit etmeye karar verdik. Kimimiz sizin oyunlarınızda çok başarılı olduk, elinizi görüp sizi bile yendik kimimiz de yola daha yeni çıktık.
Mesela biz aldatmayı sevmezken, o kadar çok aldatıldık ki ‘aldatmakta güzel bir şey herhalde’ diye düşünür olduk. Kimimiz yaptı, kimimiz sadece aklından geçirdi ama herkes çokça sorguladı.

Bizler yalandan nefret ederken sizlerin o kadar çok yalanını yakalar olduk ki saflık üniversitesi mezunu bünyemize yalan ve yalancılık sanatı yüksek lisansı yaptırıp size sizin yalanlarınızla karşılık vermeye başladık.

Ya da biz insanları kolay kolay terk edemez, nedensiz çekip gidemezken, ilişki kesme, aşkı bitirme konularını dan dun yapabilmeye başladık çünkü böyle gördük böyle taklit eder olduk.

Hiçbirimiz yapımız gereği yarınını düşünmeden edemezken, hepimiz birden ‘heeey anını yaşa, yarını yarın düşünürsün yeaah’ felsefesini yaşamaya başladık çünkü sizin öyle yaptığınız için asla incinmediğinizi gördük.

Hatta bayrağı sizden devraldık seçme hakkımızı kullanmaya başladık. Gidip istediğimiz adamı biz elde etmeye çalıştık, taktik yaptık, fır döndük.

Yani biz sizin sahip olduğunuz bütün ‘karşı cinsle iletişim ve ilişki kurma’ donanımınızı kendimize uyarlayıp kullanmaya başladık. Yani sizi sizin silahınızla yenebileceğimizi fark ettik, uyanıklık ettik. Yani dengeler değiştikçe artık sizin işiniz bizden daha zor, şimdi ilişkiler için biraz da siz çabalayıp ter dökeceksiniz. Biz artık isteyene canımız fedayken, istemeyene yol yakınken elveda deriz.

Oyunlarınıza oyunlarımızla karşılık veririz. Gerektiğinde susar, gerektiğinde sesimizi yükseltiriz. Biz var ya biz artık felaket şeyleriz!

Aslında itiraf etmeliyim ki siz bulamasanız da biz hala temelde o saftirik kızlarız. Tek farkımız zaman içinde mutasyona uğrayıp bukalemun özelliği edinmemiz. Artık istediğimiz kişiye istediğimiz karakteri gösteriyor, ağlayıp zırlayıp üzüleceğimiz varsa da bunu kendi içimizde halledip anında örtbas edebiliyoruz. Yani amazonlar asla ağlamaz diye bir kural yok aslında, ağlar da canı isterse belli eder, isterse belli etmez artık. Yani canı isterse gelir, isterse gider, isterse seçilir, isterse seçer, isterse vardır, isterse yok. Yani siz bizi fark etmeden birer TESTERE ordusu haline getirdiniz. Tebrik ederiz!

Bu durumda ‘Tebrikler ve oyuna hoş geldiniz beyler. Sizinle tıpkı bizle oynadıklarınız gibi bir oyun oynamak istiyoruz. Yalnız belirtmeliyiz ki bulmacayı çözüp bizi elde edebilmeniz için yalnızca 2 saatiniz var. 2 saat sonra sizin oyunlarınız sizi yok ederek hayatımızdan sonsuza dek temizleyecek.

“Öyleyse, oyun başlasın!”

Yorum bırakın

Filed under Genel

Kontrol 1…2…

Biz kadınlar, hepimiz birer kontrol manyağıyız. Kontrol bizde olduğu sürece güç bizde mantığıyla donatılmış yaratıklarız. Kontrolü kaybettiğimiz durumlarda yenilgiye uğrayacağımız paniğiyle apayrı karakterler oluruz. Panik ataklar, telaşlı haller, tırnak yemeler, dudak ısırmalar ve aşırı yeme/yememe, aşırı uyku/uykusuzluk hali bünyemizi ele geçirir. İşler kontrolümüz dışına çıkar çıkmaz anında ‘yenilmek üzereyim’ paniğiyle derin bir telaşa düşer, karakter değiştiririz.

Oysa ne zamandan beri kontrol dışında gelişen olaylar yenilgi sayılıyor ki? Hayır aslına bakarsanız yenilmiyoruz, değişiyoruz ve değişimimizin evreleri bu sancılı süreçle gerçekleşiyor. Kadın ruhu her negatif durumda biraz daha güçlenmeye programlı ve bu negatif durumlar çoğu zaman kontrol edemeyeceğimiz süreçlerde gerçekleşiyor.

Hadi şimdi sıradan, çok rastlanır, illa ki yaşanmış bir örnekle kontrol manyaklığımızı tescilleyelim.

Bknz. Ayrılıklar. Hangimiz ayrılıkları hasarsız atlatmayı başarırız ki? Büyük kazalardan, ufak çiziklere ayrılıklar bünyemize zararlıdır hele ki karşı taraftan geliyorsa ya da ilişkinin gidişatı bizi ayrılığa zorluyorsa… Normal atlattığımız, sakin karşıladığımız bir ayrılık varsa bilin ki o aslında yaşanmak istenmemiş bir ilişkinin iç rahatlamasıdır. Ama istem dışı gelişen her ayrılıkta kontrolü kaybetmek üzereyizdir ve tümü aynı belirtileri gösterir; panik havasıyla yapılan saçma konuşmalar, ilişkiyi kurtarmaya yönelik tasarlanan A-B-C hatta D planları, boşa akıtılan göz yaşları, yalvarmalar, yakarmalar, rest çekmeler ve derin çaresizlik hissi… Ayrılıklar freni patlamış yokuş aşağı giden bir araba gibidir, durdurmak isterseniz sadece altında kalır ezilirsiniz. Zaten biz kadın milleti de çoğu zaman durdurmaya çalışır ve eziliriz.

Bu panik atak çabalarımıza rağmen herşey olup bittiğinde ve bir ilişkinin sonuyla karşılaştığımızda nasıl hissederiz? Hüsrana uğramış, bitap, kırık, dökük, maçın 1-0 mağlubiyetiyle biten koca bir yenilgi… İşte o meşhur yenilgi hissi bünyemizi kaplamıştır bile… Ve ardından toparlanma süreci başlar! Öyle ya da böyle kontrol yine bizde olmalıdır, ‘Arkanı dön ve çık istenmiyorsun artık’ felsefesiyle işi ele alır ‘güçlendim herşey bambaşka olacak’ ideolojisiyle noktayı koyarız, ki bu dönem kaybettiğimiz kontolün ele geçirilmesi sürecinden başka birşey değildir aslında.

Toparlandıktan sonra da artık güç yine bizdedir, kendi kontrolümüzü ele geçirmiş, başkasını kontrol etmeye hazırıdır çünkü biz süper kontrol manyaklarıyızdır!

Peki bir dahaki sefere kontrolü kaybettiğimizde ne mi yapacağız? Engin tecrübelerime dayanarak şunu söyleyebilirim ki; hiç birşey! Çünkü kontrol dışı kalmak bir nevi devre dışı kalmak gibidir. Böyle zamanlarda istesekte komut alamaz, kural tanımayız, en mantıklı hareketleri elimizin tersiyle iter, nerde ne kadar saçmalık varsa hepsini yapıldı olarak işaretleriz. Ruhumuz bizi nasıl yönlendirirse onun emirlerini dinler, ne isterse ona uyarız. Uğraşır, didinir, çabalarız… Sonrası mı? İster sancılı, ister sancısız olsun kontrol yine bizde!

Yorum bırakın

Filed under Genel

Şimdi bize kaybolan yıllarımızı verseler, ister miydik sahiden?



Yok bırakın simdi bize kaybolan yıllarımızı vermesinler, dönmeyelim hiçbir zamana… Eski zamanlar, eski hatalar, eski yaşanmışlıklar eskide kalsın. Çünkü dönersek eğer dönüş yeni hatalara gebe, yeni yaşanmışlıklar zorunlu ve yeni ağır ağır hikayelerle dolu. O yüzden bırakın gitsin, şimdi bize kaybolan yıllarımızı vermesinler. Bize şimdi kaybolacak yıllarımızın kıymetini bilme gücü versinler! “Keşkesiz”, “belkisiz” anlar yaratsak kendimize, anlarımızdan mutlu olsak, anılarımızdan gurur duysak…

Yok geri döndürmesinler bizi tek bir an için bile… Çünkü olan olmuş bir kere! Dönsen de, dönüp de ölsen de, ölüp de bitsen de olan olur zaten… Çünkü olan odur, yazgısı budur bu işin arkadaşım, zorlamayla değişmez! O yüzden koy cebine yaşanmışlıkları onlar ilerde hiç bir şeye değişilmez…

Kaybolan yıllar gelecekse geri, yalnızca mutlu anlar için gelsin yaşadığın, yaşarken keyfine doya doya vardığın, bir daha bir daha yaşamaya can attığın… O güzel anlar için et duanı, telafi için değil… Kayıp yılların, kayıp anıların, ayıp yaşanmışlıkların telafisi olmaz unutma arkadaşım… Doğmuştur yaşanmıştır, büyümüştür tükenmiştir ve ölmüştür hepsi. Değmez aynı çabaya önünde koskoca bir tuval varken yeni bir resme başlamak için.

Diyeceğim odur ki arkadaşım, ne üzülürsün kaybolan yıllarına, kaybolan anlarına, kaybolduğun yollara… Vermiyorlar işte o kaybolan yılları geri. İstemedik mi sanki hiç? Hepimiz içimizden taa en derinden belki milyonlarca kez yalvardık da dönebildik mi o kaybolan yıllara? Neden öyleyse bu telaş, bu serzeniş, bu üzüntü, bu çaba? Bırak geçmişi azad et gitsin, boşalt kalbinin sıkıntısını taşıma daha fazla, vakit kaybetme yeni yolunda yürümek için. Hani vaktin çok değerliydi ya senin o zaman nedendir bu geçmişi kurtarma telaşı, bu geleceği görememe ahmaklığı? Kanatma kabuk tutmuş kalbinin yaralarını, kanamaktan, can yakmaktan başka işe yaramaz o kabuksuz yaralar… Bırak onlar kendi kendine yok olsun, kalbin kendi yağında kavrulsun…

Hadi ileri doğru bir adim at bomboş gözükse bile, ileri doğru bir adIm at ki bir yerlerde bir şeyler çıksın karşına. Her adımın biraz daha yaklaştırsın seni mutluluğa ve uzaklaş her adımınla kaybolan yıllarına..

Hadi arkadaşım yolun açık olsun, yolun dupduru, yolun heyecan dolu…

Yorum bırakın

Filed under Genel

Adam Etme Sanatı

Biz kadınlar yapımız gereği ‘adam etme sanatına’ bayılırız, hatta bu sanatı en agresif haliyle uygular bir anda ‘adam etme savaşı’ haline çeviriveririz. Nasıl mı?

Önce itinayla en olmayacak adamı seçer, ona karşı bir şeyler hissetmeye başlarız. Akabinde beynimizin en kıvrımlı noktası ‘ben onu adam ederim’ sinyali vermeye başlar, üstelik adam edemeyeceğimiz gerçeği gün gibi ortadayken. Çünkü yaşını başını almış bir karakteri hamur gibi yoğurup, istediğimiz kıvama getirmek imkansızdır. Nasıl ki biz kendimizi ‘adam etme’ huyumuzdan alı koyamıyorsak, karşımızdaki adam da düşüncesizse düşüncesizliğinden, ilişkiye ciddi bakmıyorsa bu umursamaz halinden, bize istediğimiz kadar ilgi göstermiyorsa bu ilgisizliğinden asla vazgeçmeyecektir.

En komik huylarımızdan biridir bu ‘adam etme’ zaafı. Ben zoru severim deriz de zorun değiştirilemez olduğunu bir türlü kabul etmeyiz. Karşımızdaki adama olmasını istediğimiz bir kimlik yapıştırarak yani sıfırdan bir karakter yaratarak başlarız işe. Önce ‘Düşünceli olmalı, bizi çok sevmeli, merhametli olmalı, romantik olmalı, maceracı olmalı…’ gibi kıstaslar belirleriz derken ‘esas oğlanı’, ‘olmasını istediğimiz oğlan’ kıvamına getirmek için başlarız çalışmaya.

Ama esas oğlan; beni daha çok sevsin diye uğraşmamızla bizi daha çok sevmez ya da daha tutarlı biri olması çabalarımıza aldırmaz… İlişkiye 2 günlük bakıyorsa o ilişki iki günlük kalacak, bizi yeterince aramıyorsa çabalarımız sonucu 3 gün arayacak 5. gün unutacaktır. Hatta her ilişkisini kalp kırarak bitiren iflah olmaz bir adamsa istediğimiz kadar seviyeli, dillere destan bir aşk yaşayıp onu adam ettiğinizi sanalım bizimde sonunuz aynı olacaktır.

Üstelik adam etme savaşımız sürerken tüm bu süreci paylaştığımız dostlarımızın uyarılarına güzelce kulak tıkamasını da biliriz. Ondan adam olmaz cümlelerini duya duya bir hal kalır, içten içe de bak gör nasıl adam edeceğim hırsıyla yanıp tutuşuruz.

Peki niçin hep aynı şeyi yapmaya çalışır, olmayacak hayallerin peşinde koşarız? Galiba biz içten içe kendimizi kandırmaya bayılırız da ondan. Ya da tüm bunları ya tutarsa düşüncesiyle, bu sefer başarılı olabileceğimizi düşünüp, kendi savaşımızdan zafer sarhoşu çıkmanın zevkini tatmak için yaparız.

Esas oğlan bu işten en az zarar gören taraftır çünkü bizim ‘olmasını istediğimiz oğlan’ yapmaya çalıştığımız adam hiçbir zaman öyle olmayacak, kimi zaman olmuş gibi yapacak, kimi zaman onu bile denemeyecek ve muhtemelen sonunda bizim kaprislerimizden bunalıp çekip gidecektir. Bize kalansa zor bir savaştan çıkmış  yıkık dökük bir enkaz görünümü almaktır. Yorgun, bitkin, sinirli, saç baş dağılmış halde kalakalırız. Ne iyi yaparız!

Üstelik sonrası daha da komiktir çünkü durup durup karşımızdakini suçlar, niçin öyle yaptı, niye böyle dedi diye aslında hiçbir zaman var olmayan ‘olmasını istediğimiz adam’a savaş açarız.

Şimdi eğri oturalım doğru konuşalım, kimseyi değiştiremeyeceğimiz gerçeğiyle yüz yüzeyken, istediğimiz insanı yaratma çabalarımızın boşa çıkması bizim suçumuzdan başka bir şey değildir. O yüzden ya elimizdekini olduğu gibi kabul edelim ya da kafamızdaki standartlara daha yakın birileri arayışına devam edelim. Biz yapmaya çalışmayıp hazır yapılmışlardan ‘olmasını istediğimiz oğlan’ı bulmaya çalışalım. Adam etme savaşı verip sonunda üzülüp, sıkılıp ‘bana kaderimin bir oyunu mu bu?’ diye isyan etmeyelim. ‘Kendim ettim kendim buldum.’ türküsü eşliğinde yolumuza devam edip eğlenmemize bakalım. Ne de olsa elbet bir yerlerde esas oğlanla olmasını istediğimiz oğlan tek bir bedende birleşmiş bizi bekliyordur.

Çok da emin değilim, bekliyor mudur gerçekten?

Yorum bırakın

Filed under Genel

Farım da hep açık yolum da…

Arabaları en çok kimler sever? Arabalar üstüne en çok kimler saatlerce yorum yapabilir? Her modelden haberdar olup, o modellerin her özelliğini bilenler kimlerdir? Tabi ki de erkekler.

Peki erkekleri en çok kimler sever? Erkekler üstüne en çok kimler saatlerce yorum yapabilir? Her çeşit erkek karakterinden haberdar olup, o erkeklerin her özelliğini bilenler kimlerdir? Tabi ki de kadınlar.

Öyleyse gelin değişik bir şey yapalım. En sevdiğimiz konularımızdan biri olan erkekleri, onların en sevdiği konulardan biri olan arabalara bağlayalım. Erkekler bir araba markası olsa ne olurdu? Hadi gelin bir test sürüşü yapalım.

* * *
Yol tutuşları çok iyi olmayan Erkeklerin manevra kabiliyetleri son derece mükemmeldir. Çark etme konularında doğuştan uzman sayılabilirler. Her an direksiyon kırıp başka yola girebilir, sizi yanlış yollara sokabilir ya da kendileri sizsiz yanlış yollara sapabilirler.

Aynı zamanda benzin uyarı panellerinde de zaman zaman aksaklıklar yaşanabilir. Yani üretimden kaynaklanan bir hatadan dolayı benzinleri azaldığında uyarı vermeyi unutabilirler. Bu uyarı hatasından dolayı Erkeklerin benzinleri hiç ummadığınız anda bitebilir ve sizi yarı yolda bırakabilirler.

Üstelik alarm sistemleri de yoktur. Dışarıdan gelecek kalp hırsızlığı konularında asla alarm vermez hatta hırsız kişiyi ikinci sahipleri belleyebilirler. Bu nedenle kendi modelleri konusunda kararsızlık yaşayabilir, çoklu taşıma yapmaya dahi başlayıp binek araçtan ticari araç kategorisine geçebilirler.

Düz vites olanların hakimiyeti sizin elinizdedir fakat otomatik vitesler kendi işlerini kendi hallederler. Tiptronik olanlarsa hem en rahatı hem de en karışık olanlarıdır. Çünkü istediğinizde düz vites gibi kendi hakimiyetinizde kullanma avantajınız varken kimi zaman da otomatik vites olarak kendi kontrollerini sizin elinizden alabilirler.

Fren ve gaz sistemlerinde zaman zaman problemler yaşanabilir. Aniden yavaşlayıp, aniden hızlanabilir, aniden durup aniden kalkabilirler. Yani Erkek marka arabalar mekanik aksamlarında problemli olduklarından her an dengesiz hareketlerde bulunabilirler. Hatta frenleri boşalabilir ya da bu dur kalk durumundan su kaynatabilirler. Öyle bir durumla karşılaştığınızda yapabileceğiniz en hayat kurtarıcı hareket Erkek arabanızdan inip hızla uzaklaşmak olacaktır.

Sedan olanları en klasik modeldir. Her yerde bulunur, klasik bir konfor sağlarlar. Renkleri ve ufak tefek aksam farklılıkları dışında birbirlerinden ayırt edilmezler. Sedan Erkekler 4 kapılı ve geniş iç mekanlı olduğundan isterlerse 4 kişiyle yolculuk eder isterlerse 1 kişiyle. Hatta zorlarsa sedan Erkeklerde 6 kişiye bile yer vardır.

Coupe tercih sebebidir, güzel görünümlü ve dikkat çekicidir. Her zaman her yerde bulamayacağınız türden olan Coupe Erkeğin en büyük avantajı 2 kişilik olmasıdır. Çünkü Copue Erkek için daha fazla misafire yer yoktur.

Cabrio modelleri genelde genç yasta jöle kullanmaya başlamış olanlardır. Bu nedenle genelde eski modeller Cabriodur. Üretime bağlı olarak bazısı sadece Sunrooflu bazısı da komple üstü açık olabilir.

4×4’ler dört dörtlüktür. Her türlü arazi koşuluna göğüs gerebilir. Konforludur, rahattır, güvenilirdir. 4×4 Erkekler sizin rahatlığınız için her türlü donanıma sahiptir. Yani anlayacağınız dört çekerleri, dert çeker.

Spor modeller eşsizdir, ayağınızı yerden keser. Herkesin gözü onların üzerindedir ve herkes onlara sahip olmak ister. Spor model Erkekleri elde etmek zor, elde tutmak daha da zordur çünkü alıcısı çoktur.

2. ellere gelince eski modelleri pek tutulmaz gözden düşer fakat genç kızların beğenisini kazanmak için modifiye edilmişleri de yok değildir.

Bayandan 2.el, az kullanılmış satılık oto ilanlarına pek güvenmemek gerekir. Dikkat edilmesi gereken daha önceki kullanıcısıyla büyük kaza yaşamış hatta takla atmış Erkek marka arabaların, servisten çıktıktan sonra sıfır görüntüsü kazanabilmeleridir. Fakat asla sıfır araba gibi olmaz illa ki bir yerde büyük bir arıza çıkarırlar. O nedenle 2. ellerde doğru seçim yapmak hepsinden güçtür.

Erkek marka arabaların düzü, otomatiği, tek kapılısı, üstü açığı, grisi, kırmızısı, sunrooflusu, çelik jantlısı derken her beğeniye hitap eden bir tane mutlaka bulunur. Yani arabalar binbir çeşittir, Erkek markanın hayatımızdaki yeri açısından ise binide bir çeşittir.

Bu durumda hanımlar bu arabayla yolculuk ederken kemerler takılsın, tedbirler alınsın, çok hız yapılmasın, kontrolden çıkılmasın!

Farınız da hep açık olsun, yolunuz da!

Yorum bırakın

Filed under Genel

İşte Gerçek “Secret”!

Son yıllarda olmasını istediğimiz her şeyi pozitif enerjiyle evrene yollama ve başımıza gelen iyi ya da kötü her şeyde evreni suçlama gibi bir huy edindik. İyi düşün iyi olsun felsefesini alıp, evirip, çevirip, az biraz kuantum fiziği ekleyip, çekim yasası terimleriyle kafamızı iyice karıştırıp bilimselliğe bağlayan kişisel gelişim kitaplarıyla ortaya çıkan bu hastalık, hızla hepimize bulaştı.

Peki bizler iyi, kötü her türlü mesajımızı enerji yoluyla evrene gönderirken ne kadar gerçeklikten uzak bir iş yapıyor olduğumuzu düşündük mü? Nereye gider bu mesajlar, nerede depolanır, bize hangi zaman aralığında geri döner, göndermemiz gereken açık bir adres var mıdır yoksa ortaya fırlatsak o yolunu bulur mu? Peki ya kötü enerjilerimiz iyilerden daha fazlaysa, o zaman 3 kötü 1 iyiyi yok edebilir mi ya da tam tersi? Peki biz bu çekim yasasını kişiselleştirip adına ‘bumerang etkisi’ diyebilir miyiz ya da ne bileyim ‘beton etkisi’? Çünkü bazen aklımıza gelen başımıza geldiğinde beton bir duvara çarpmış gibi oluyoruz da!

Her şey bir yana ben bizi iyi düşünmeye teşvik eden, her birimizi sevgi pıtırcığı gibi pozitif olmaya yönelten bu felsefeyi sevsem de, her şeyi evrene bırakma kısmına tamamen karşıyım. ‘Beni Sevsin’, ‘Bana geri dönsün’, ‘İşler iyi gitsin’, ‘Artık çok mutlu olayım’… Hoop hepsini yolla evrene! … Peki ya sonra?
Gönderdik gönderdik de biz ne yaptık kendimiz için oturup beklemekten başka? Beni sevsin dedik oturup sevmesini bekledik, tanışmak istedik evrene mesajımızı gönderdik, gelip tanışmasını bekledik… Sanki bütün bu enerjimizi evrene değil de, mesajın asıl muhatabına yöneltseydik daha hızlı yol alırdık hani! Tanışmak için bir ufak bir tebessüm, seni sevmesi için seni tanıması yeterdi belki de… Hani biraz tembellik mi ettik ne? İşin kolayına kaçalım dedik, çabalamaktan kaçtık böylece hayal kırıklıklarını en aza indirmeye çalıştık sonra bir baktık olmasını istediğimiz hayallerimizde en aza inmiş çünkü evrene gönderilmiş, evren çok meşgulmüş, hepsi beklemede kalmış!

Yani kıssadan hisse, filozofunuzun diyeceği şudur ki; elinizden gelmeyenlere lafım yok ama elinizden gelen durumları evrene bırakmayın. Kalkın oturduğunuz yerden, harekete geçin, düşünün, plan yapın, uygulamaya çalışın, hatta yüzünüze gözünüze bulaştırın, tekrar deneyin, çabalayın, uğraşın, didinin, illa ki olur!…

Baktınız hala olmuyor işte o zaman oturun köşeye en sinirli ama pozitif halinizi takının ve başlayın evrene isteklerinizi sıralamaya, bakalım o bu işle başa çıkabiliyor mu?

Şimdi yüksek müsadenizle ben en tatlı gülümsememi takındım ve harekete geçmeye gidiyorum. Gelen var mı?

Yorum bırakın

Filed under Genel

Peki Siz Hangi “İzm”densiniz?

‘Hümanist’tik önceleri aşkta… Birileri için çarptı kalbimiz, onları sevdik, onlara hayran olduk hatta onlara aşık olduk. Bu sayede insan sever olduk hatta insanlar yetmedi, aşktan kör olan gözlerimizle çiçeği, böceği, güneşi, bulutu bile sevdik. Sonra bir gün gözlerde o ışık söndü, aşk nefrete döndü.

İşte o anda ‘mazoşizm’in dibine vurduk. En kralından ‘optimist’ olan bünyemizi, ‘pesimist’ düşüncelerle doldurduk. Canımızı acıtacağını bile bile kaybettiğimiz aşkı düşündük durduk.  Onu bir kez olsun görebilmek için ordan oraya koştuk… Baktık canımız yeterince yanmıyor; açtık damar şarkıları, ruhumuzu karartan balatları, kendimizi daha da acıya boğulduk. Yani bizler en kralından birer ‘mazoşist’ olduk.

Peki o bedenler acıya doyduğunda noldu? Yogasından, meditasyonuna koşturup kafayı iç huzuru bulmakla bozdu. Günlük konuşma dilimiz; çakralarla, auralarla, evrene gönderilen mesajlarla ve uzak doğu felsefelerindeki inançlarla doldu. Ve işte karşınızda ‘Budizm’i çözmekle kafayı tırlatmış bir ordu!

Bazılarımızın aşk anlayışı hepsinden mütevaziydi oysa. Bana sevgi yeter diyordu; bir tatlı gülüşe, iki güzel söze kanıyordu. O ‘minimalist’ yürekler; küçük hayallerinin küçük adamları için gümbür gümbür çarpıyordu.

Tüm bunlar yaşanırken aramızdan bazıları ‘idealist’ çıktı, aşkı aramaktan vazgeçmeden düşe kalka yol aldı. Kimimiz ise ideallerinden caydı, içlerinde zengin koca telaşı, gözlerinde dolar işaretleriyle ‘materyalizm’e doğru yelken açtı.

Ama mazoşizm’in dibine vuranlar ve kendini ‘budizm’e en çok adayanlar her seferinde ‘sürrealist’ler oldu. Çünkü onlar gitti yedisinden yetmişine en ilginç adamı buldu. Hayatlarında hep Salvador Dali tabloları gibi deli fikirli, ince zekalı, anlaşılmaz aşklara tanık oldu. Yani onlar aşkta ‘post-modernizm’e baş koydu. Onların umduğu adamla bulduğu adam bir kere olsun aynı çıkmadı, adam gibi adam bir türlü onları bulmadı. ‘Sürrealist’ gitti; dürüst sanıp bir yalancıyı, akıllı sanıp bir deliyi, tutarlı sanıp bir dengesizi yani düzgün sanıp bir arızayı sevdi. Ve sevdiklerinin hepsi özünde o kadar ‘egoist’ti ki ardına bile bakmadan çekip gitti.

Derken aşktan kalbi kırılan, umduğu aşkı bulamayan, ilişkiler yüzünden başı yeterince ağrıyan, erkeklerden yana ağzı fena yanan, her türlü ‘izm’e başvurup gönül işlerine bir türlü çare bulamayan Ey Türk Kadını kendine yeni bir yol çizdi. Gitti ‘feminizm’i seçti. Erkeklere savaş açtı, aklı sıra gücüne güç kattı.

Oysa ki tüm bu izm’lerim içinde aradığımız bir tek ‘izm’ vardı bizim. Arayıpta bulamadık hani. Yanlış zaman dedik, yanlış insan dedikte nasıl bulacağımızı bir türlü çözemedik.

Yani bizim aradığımız romantizm’di sadece. Öyle çok fazlasını da aramadı bünyemiz üstelik. Büyük büyük mucizeler beklemedi. Dürüstlük istedi çoğumuz, kırılgan bünyemize nazik dokunuşlar bekledi, bir içten gülümsemeye niyet etti kalplerimiz, yürekten kopan bir sevgi sözünü duymayı ümit etti.

Yani biz tek bir şey bekledik oysaki. Yalansız, dolansız, kaidesiz, kuralsız gerçek sevgiyi. Bulamadık diye ‘hümanist’tik önceleri de, mazoşist olduk sonra. Bulamadık diye ‘optimist’ti hayallerimiz yıkılana kadar, derken ‘pesimizm’e hapsoldu. Bulamadık diye büyüttük hayallerimizi ‘materyalist’ olduk, bulamadık diye küçülttük hayallerimizi ‘minimalist’ olduk. Hatta anormalleştik ‘sürrealist’ olduk ve sonunda kendimizi ‘feminist’ eylemlerde bulduk.

Yani diyeceğim odur ki aslında her şey çok basitti; işin özü sadece bir tutam ‘romantizm’di.

Sadece ‘romantizm’!

Yorum bırakın

Filed under Genel

Her Dilde Yeminli Tercüme…

 

 

 

Bu ilişkiye biraz ara verelim.

Bu ilişki beni sıkmaya başladı! Ayrılmak için de bahane bulamıyorum. Zaten cesaretim de yok. O yüzden sen bu numarayı ye ve beni uğraştırmadan benden güzelce ayrıl.

* * *

Dost kalalım.

Tamam; kavgasız, gürültüsüz ayrıldık. Muhtemelen bir daha birbirimizi gördüğümüzde selam bile vermeyeceğiz. Bari “çok medeni bir çifttik”taklidi yapalım da kendimizi kandıralım.

* * *

Hayat sana güzel!

Bütün bu anlattıkların bana palavra gibi geldi, düşün ki karşılığında söyleyecek adam gibi iki laf bile bulamadım. Bununla idare et!

* * *

Seni çok iyi gördüm.

Seni en son ne zaman gördüğümü bile hatırlamıyorum. O yüzden şu an durumu kurtarıyorum çaktırma!

* * *

Sen kilo mu verdin?

Kara kaşın, kara gözüne yapılacak iltifat bulamadığımdan şu kurtulamadığın kilo problemin üzerine bir iki söz söylersem mutlu olursun gibi hissettim… Yoksa gözlerim elektronik tartı falan değil hiçbir şey fark ettiğim yok.

* * *

Ondan, ben ayrıldım!

“Beni bırakıp gitti” diyecek cesaretim yok. Bu işler; sen ayrıldım, ben ayrıldım’a bakmıyor farkındayım ama şu an kırılan gururumu kurtarma peşindeyim, anlayışla karşıla.

* * *

Şarjım bitiyor haberin olsun.

Şu an gizli işler peşindeyim. Zır zır arayıp beni strese sokma!

* * *

Belki yanlarına uğrarım.

Arkadaşlarla program yaptım. Uğramayı bırak kesin gidiyorum dır dır etme.

* * *

Gitmezsem çok ayıp olur.

Gitmezsem kimseye de ayıp olmaz. Maksat zor durumdayım imajı çizmek tamam mı?

* * *

Severek ayrıldık.

Severek falan ayrılmadık. Hala seviyor olsaydık muhtemelen ayrılmazdık. Deli miyiz biz? Ya tutarsa da barışırsak diye tek dayanağım bu işte…

* * *

Yarın seni mutlaka arayacağım.

Valla canım isterse arar istemezse aramam. Keyfim bilir sen bekle dur.

* * *

Kesin görüşelim.

Muhtemelen bir dahaki karşılaşmamıza kadar birbirimizi görmeyiz haberin olsun.

* * *

Mesajını görmemişim.

“Mesajını gördüm de cevap vermeye üşendim.” dersem çok bozulursun diye düşünüyorum. O yüzden kıvırıyorum da kıvırıyorum.

* * *

Senden başkasını gözlerim görmüyor.

Aslında gözlerim felfecir okuyor ama henüz senden daha iyisini bulamadım.

* * *

Hiç kimseyi senin kadar sevmedim.

Senden daha az hatta kat kat daha çok sevdiklerim oldu. Seviyem herkese farklı anlayacağın.

Yorum bırakın

Filed under Genel